« Cevapla #2 : 02/12/09, 12:56 »
Ve daha acısı şimdiden boş yanının farkında. Babanın eksikliğini biliyor ama kendisinden ummadığımız bir nezaketle eksikliği içine atıyor. Biliyor ki baba eksikliği öyle ulu orta söylenmez. Fazilet öğretmenden sakladığım bir ihtimal daha var ve daha da acı: Ya babasına resmini gösteriyor da babası resmini gördüğünü göster(e)miyorsa...
Çok tatlı bir yüzün aynasız ve ışıksız bırakılması gibi... Güzeller güzeli bir tablonun duvardan indirilip mahzene atılması gibi... Kalbini sevinçlere açacak bir gövdeden yoksun oluyor çocuk. Baba var resim var resmi gören baba var; resmi yapanı görecek niyet ve incelik yok...
Uzmanları söylüyor. Çocukların yetim ve öksüz büyüdüğü bir çağda yaşıyoruz. Öyle bildiğimiz türden bir yetimlik ve öksüzlük değil söyledikleri. Çocuklar annelerinin varlığına rağmen öksüzler. Çocuklar babalarının varlığına rağmen hatta babalarının varlığı yüzünden yetim imişler. Yokluğu hissedilmeyen ve dolayısıyla hiç aranmayan şeyden daha acı bir kayıp var mıdır? Kimsenin yitiği değilseniz kim bulur sizi?
Evde fiziksel olarak var oldukları halde duygusal olarak yok olduklarını fark etmeyen anne-babaların çocuklarını hangi yetimhane kabul eder? Yetimhanelerin kabul etmediği çocuklardan daha yetimi var mı? Paranız yoksa bilirsiniz ki parasızsınız; para ararsınız bulamazsınız ya da bulursunuz ona göre davranırsınız.
Peki ya çok paranız olduğunu bilirken birden son anda paralarınızın hepsinin sahte olduğunu fark ederseniz ne yaparsınız? Varmış gibi duran ama aslında yok olan bir anne-baba daha çok yetim ve öksüz etmez mi çocuklarını? Sokak çocuğu olduğu fark edilmiyorsa çocuklarımızın kim tutar ellerinden?
Saçlarını okşamamız eksik kalıyorsa bakışımız gözlerinden uzakta duruyorsa ellerinin sıcağı avuçlarımıza dokunmuyorsa çocuğumuzu kelimenin tam anlamıyla sokakta bırakmış olmuyor muyuz? Köprü altına terk edilmiş gibi sevincini paylaşmamızdan uzağa mı koyduk çocuğumuzu?
Evden kaçmış bir çocuğu düşünün. Nasıl da pencere önüne sessizce sokulur da evinin sıcağını özler; anne-babasından sıcak bir çağrı bekler... Vardığı her kapıda için için beslediği ama kendine bileitiraf etmekten çekindiği yuva özlemi içinde nasıl kaynayıp durur?
İlk fırsatta pencereden bir bakın; okuldan dönen çocuğunuz nasıl giriyor eve? İtilip kakıldığı unutulup sıradanlaştırıldığı bir yetimhaneye girer gibi mi? Özene bezene çizdiği parmaklarının arasına bütün bir ruhunu akıtarak boyadığı uğur böceği resmine babasının kocaman ruhuyla karşılık vereceğinden şüphe mi ediyor yoksa? Duyuyor musunuz minik dudaklarından neler döküldüğünü: “Baba burada mısın? Baba benimle misin? Baba benim misin?”
Tatlı mı tatlı bir yüzün kıpır kıpır kıvrımlarında umut dolu gözlerin ışıl ışıl bakışlarında kendimize yer edinemiyorsak neredeyiz biz ne ederiz biz?
Nerede babalar... Yok da yok musunuz? Yoksa var da yok musunuz?
Uğur böceği resminin üzerine tebessümünüzle kocaman bir güneş gibi doğup renklere renk katmaya çocuğunuzu parmaklarınızın ucunda uğur böceği gibi geleceğe uçurmaya var mısınız?
Yok da yok musunuz?
Yoksa var da yok musunuz?
Senai Demirci
Susmak ne güzeldir; muhatap arifse edep, âşıksa ifade, ahmaksa cevap.
Serdar Tuncer