Edep, en genel mânasıyla sevilen şey, övülmeye lâyık iş; nefsi gerektiği biçimde terbiye ederek güzel ahlâkla süslemek, güzelleştirmektir.
Edebin rabbânî âlimler tarafından yapılan tarifi ise, kişinin kendisinden yüksekte bulunanın haline göz dikmemesi, kendisinden aşağıda bulunanı da hakir görmemesidir.
İnsanoğlunu alâ-yı illiyyîn mertebesine çıkaran şey, kâinatın özeti olması hasebiyle kendi varlığında saklı olan zıtlıklar dünyasında iyi ve güzel adına verdiği mücadelesidir.
Eğer insanın içinde saklı bu hayır ve şer zıtlığı olmasaydı; sadece iyiye, güzele ve hayra yönelik tarafı kalsaydı, o zaman insan olma mânasını yitirir, imtihanının sırrı ortadan kalkardı. Bu durumda sadece hayırlı ve iyi olanı yapar, melek olurdu. Oysa yüce rabbimiz, insanoğlundan çok önceleri melekleri zaten yaratmıştı.
Bunun tam aksi düşünülürse, o zaman da sadece kötü ve şer olanı yapardı; şeytanlaşır, şeytan olurdu. Oysa, rabbimiz şeytanları da insanoğlundan tamamen ayrı yaratmıştır.
Öyleyse, melekler ve şeytanlar var oldukları halde biz insanoğlunu var eden kudret, bizdeki iyi ve kötünün aynı anda bulunuşundan bir şeyler murat etmektedir.
Evet, insanoğlu en yüce olanla, en süfli olanı içinde barındıran ilginç bir varlıktır. Hatta bu iki zıt özelliğin amansız bir çatışma içinde bulunduğu muharebe alanı gibidir.
İşte insanın kendi varlığında cereyan eden bu mücadelenin, Rabbü’l-âlemin’in tesbit ettiği hudutları çiğnemeden ve Fahr-i Âlem Efendimiz’in (s.a.v) kâmil ahlâkı model alınarak sürdürülmesi gerekir. Bu tarz uygulamaya “edep” denir.
Cenâb-ı Rabbü’l-âlemin, bu edebi onda görmek için insanoğlunu yaratmış ve yeryüzünde hayat sahibi kılmıştır. En kâmil edep sahipleri olan peygamberleri de bu maksada rehberlik etmeleri için göndermiştir. Bu sebeple insanlık tarihi boyunca ilâhî edebin çiğnendiği, yok edildiği toplumları uyarmak için daima peygamberler gönderilmiştir.
“Celâlim hakkı için, biz her ümmete Allah’a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının diye bir peygamber gönderdik” (Nahl 16/36) âyet-i kerimesi bu hakikate işaret eder.
Peygamberler, insanın kötüye ve şerre yönelik nefsanî özelliklerinin hâkim olduğu durumlarda, yani ilâhî edebin tehlikeye düştüğü dönemlerde müdahale eden Hak rehberleridir.
Geçmiş kavimler ve devirler bir tarafa, hak-bâtıl mücadelesi sürekli bir şekilde bütün insanların iç âlemlerinde sürüp gitmektedir. Ne var ki, bunun farkına varıp hassasiyet kazanmak, pek az bahtiyarlara nasip olur. Zira bu hassasiyet, derin bir iç muhasebeyi ve kontrolü lüzumlu kılar.
Peygamberler, bu kontrol ve muhasebeyi en güzel anlamda tesis etmiş ulvî şahsiyetlerdir. Son peygamber Fahr-i Âlem Efendimiz’de (s.a.v) ise bu kontrol zirveye ulaşmıştır.
Allah dostlarının yolundaki, kapılarındaki eğitim ve disiplin, işte bu kontrol ve iç muhasebenin oluşması, belirginleşmesi ve netleşmesi içindir. Bu, edebi elde etme eğitim ve disiplinidir.
Habîb-i Kibriyâ (s.a.v), adına edep dediği böyle bir kontrolü, insandaki ilâhî dengeyi kurmanın, güzelliği çirkinliğe galip getirmenin ve böylece onu ilâhî huzura tertemiz çıkarmanın en kısa yolu olarak göstermektedir.
Yüce rabbimiz Kur’ân-ı Kerîm’de, “Göz ne kaydı, ne de haddini aştı” (Necm 53/17) buyurmuştur. Bu âyet-i celilede huzurun edeplerini korumanın zaruretine işaret vardır.
Diğer bir âyet-i kerimede şöyle buyurulur:
“Ey iman edenler! Kendinizi ve aile halkınızı öyle bir ateşten koruyun ki, yakacağı insanlarla taşlardır.” (Tahrîm 66/6)
İbn Abbas (r.a) bu âyetin tefsirinde der ki: “Bu âyetten anlaşılması gereken mâna şudur: Ailenize İslâm’ın hükümlerini öğretiniz ve onları edeplendiriniz.”
Mükemmel dinimiz İslâm, insanda fıtrî bir özellik olarak saklı olan kötü ve çirkinin kaynağı olan yanını öldürmenin ve yok etmenin değil, dizginlemenin peşindedir. Kötüye ve şerre meyletme özelliğinin öldürülmesi, iyiye ve hayra yönelten enerjinin sönmesine sebep olur. Zira olumlu olumsuzla yaşayabilir; bu bir kâinat kanunudur.
Tasavvufta insandaki şehvet ve nefis eğilimlerinin öldürülmesi yerine onların dizginlenmesinin esas alınması, işte bu gerçeğe dayanmaktadır. Yani tasavvuf, fıtratla değil, nefisle mücadeleyi esas alır. Bu usulden uzaklaşmak, tevhid dininin edeplerinden uzaklaşmaktır.
Bu konuda da yegâne örnek Hz. Peygamber Efendimiz’dir (s.a.v). O, insandaki ölümlü ve beğenilmeyen kudretlerin yok edilmesini değil, bilakis iyi ve güzel adına dizginlemesini öğretmiştir. Bu dengeyi kendi hayatında örneklemiş, insan olma fıtratının gereklerini yerine getirmiştir. Bu cümleden olarak o da yemiş, içmiş, gülmüş, sevmiş, öfkelenmiş ve evlenmiştir. Ama hayatının her anında edebe riayet ederek; güzeli, iyiyi üstün ve galip tutarak hareket etmiştir. Erişilmez olan büyüklüğü buradadır.
Habîb-i Kibriyâ Efendimiz’in (s.a.v) vârisi olan rabbânî âlimler de, onun edebiyle edeplenmiş, hayatın her anını muhasebe etme hassasiyeti kazanmış mükemmel insanlardır.
Bizlere gelince; kurtuluş yolumuz, böyle edep âbidesi olan mükemmel insanların ellerinden tutup, onların izinden gitmek ve edepleriyle edeplenmektir.
Muhammed Saki Erol | Temmuz 2013 |Konu Adresi: http://www.dervisler.net/hayat-dengemiz--edep-guzellikleri-hayata-hakim-kilmaktir-t33644.0.html