Nefse, "Efendi" OlmalısınHavariler, İsa'ya (a.s):
-Ey İsa! Bize kendileri için korku olmayan, üzüntüleri bulunmayan velilerin vasıflarını anlat, dediler. İsa (s.a):
-Onlar, "kitabın kendileriyle, kendilerinin de "kitap" ile konuştuğu kimselerdir. İnsanlar eşyanın zahirîne bakarken onlar eşyanın hakikatine bakarlar. Diğer insanlar dünyanın geçici menfaatlerini tanıyıp yaşarken onlar, dünyadan sonraki âhiret halini düşünürler. Dünyevî nimetler arasında helak olmkatan endişe duyarlar. Dünyadan nimet alırken, dünya lezzetine mağlup olur, âhireti unuturuz diye korkarlar.
Dünya onların nefslerinde öldüğü zaman onu diriltmeye çalışmazlar. İşte muhteremler!
Baştan beri anlatmaya çalıştığımız "efendiler" bu tür kimselerdir. Allah Teâlâ bu kişileri vasfederken âyetlerle methetmiştir:
الَّذِينَ أَسْلَمُوا لِلَّذِينَ هَادُوا وَالرَّبَّانِيُّونَ وَالْأَحْبَارُ بِمَا اسْتُحْفِظُوا مِنْ كِتَابِ اللَّهِ وَكَانُوا عَلَيْهِ شُهَدَاءَ
"Allah'ın kitabını korumaları kendilerinden istendiği için Rablerine teslim olmuş zâhidler ve bilginler de (onunla hükmederlerdi). Hepsi ona (hak olduğuna şahitlerdi." (Maide, 5/44) Burada hakiki âlim ve zâhidin Allah'ın kitabını muhafaza eden ve hükmüyle amel eden olduğu bildirilmektedir. Bunlar amelleriyle bütün beşeriyete örnek olan Allah dostlarıdır.
Şeyh Ahmed Ebü'l-Abbas el Harrar hazretlerinin bir kızı vardı. Müridlerinden çoğu, bu kız gelinlik yaşa gelince talip olmak istiyordu. Şeyh onlara şöyle dedi: "Hiçbiriniz benim kızımla evlenmeyi düşünmesin. Çünkü o doğduğu zaman Cenab-ı Allah bana, onun evleneceği insanı gösterdi. O kimse gelinceye kadar benim kızımı kimseye vermem."
Bundan sonrasını, Mısır Meliki Eşref'in vezirinin oğlu anlatıyor:
"Melik babamı elçi olarak Mekke'ye gönderdi. Ben de babamın yokluğundan faydalanarak Şeyh Ebü'l-Abbas el Harrar hazretlerine gittim. Ve sohbetine katıldım. Vezir olduğum için o zamana kadar çok lüks bir hayat yaşamıştım. Giyinişim süslü, yiyip içmem farklı idi. Bunların hepsini terkettim. Evime hiç uğramadım. Şeyhin müridleri arasında kaldım. Mekke-i Mükerreme'den dönünce, Mısır'ın resmî ve sivil halkından bir kalabalık babamı karşılamaya çıktılar. Şeyh bana, "Sen de babanı karşılamaya git" dedi.
Vezir oğlu, süslü elbiseleri, nadide Arap atlarını bırakmıştı. Tekkede kaldığı sürece böyle süslü atlara binmemişti. Babasını bu halde nasıl karşılayacaktı! Derviş kıyafetiyle bir eşeğe bindi. Süslü atlarla gidenlerin arasına karıştı. Babasını karşıladı. Fakat ne o babasını ne de babası onu tanıdı. Yanındakiler de onu tanımadı. Sonunda biri onu vezire gösterdi. Vezir, eşek üstündeki cübbeli oğlunu görünce durdu. Yüzü sarardı. Şok geçirmiş gibi oldu. Nihayet, kafile Mısır'a girdi. Ziyafetler düzenlendi. Oğul da şeyhinin tekkesinden ayrı kaldı.
Sevdiklerinden ayrı düşmek onu üzmüştü. Ağladı. Onu zorla babasının sarayına götürdüler. Orada bir odaya kapandı. Hiçbir şey yiyip içmiyordu. "Acıkınca yer" dediler. Üç gün geçti. Ağzına bir şey koymadı. Çünkü safa ehlinin yiyeceği içeceği derviş olana cefa verirdi! Babası, "Ona söyleyin. İsterse şeyhinin yanına dönsün" diye haber gönderdi. Oğul,
-Babam beni şeyhimin yanına götürmedikçe gitmem, dedi.
Asıl maksadı vezir olan babasını şeyhinin ayağına götürmekti. Babası da onu şeyhine götürdü. Baba, şeyhin elini öptü:
"Üstadım, bu çocuk senindir. Ondan istediğin gibi tasarruf edebilirsin. Ben de onun gibi olmak isterdim ama gücüm yetmez" dedi. Şeyh,
"Ümit ederim ki Cenabı Hak, kıyamette seni ondan faydalandıracak. Çünkü oğlun salih ve kâmil zatlardan olacak!"
Babası geri döndü. Oğul tekkede müridlere su taşımaya başladı. Bir süre sonra babası vefat etti. Oğul bir gece rüya gördü. Rüyasında şeyhi ona, "Ben kızımı Allah için sana nikâhladım" buyurdu. Uyandı ve tereddüde düştü. Utancından bu rüyayı şeyhine söyleyemedi.
Şeyh Ebü'l-Abbas hazretleri ona, "Seyfüddin, bu gece gördüğün rüyayı anlat" dedi. Utancından sustu. Şeyhi tekrar sordu: Anlatman gerekir. Çünkü kader-i ilâhîyede o sana takdir edilmiştir. Ben, kızımın doğduğu gün bunu görmüştüm!"
Şeyh kızını vezirin oğluna nikâhladı. Kızı, Allah'ın velilerinden bir hatun idi. Yüzünün nuru etrafı aydınlatırdı. Evliliklerinden ilim, kemalât ve sehavet sahibi oğulları oldu. Şeyhin kızı keşif sahibi idi. Bir sene önce ölümünü ve öldükten sonra olacak hadiseleri aile efradına haber verdi. Bunların hepsi çıktı. Ölüm anı gelince/sekeratta şu sûre-i celileyi okudu:
يَا أَيَّتُهَا النَّفْسُ الْمُطْمَئِنَّةُ ﴿الفجر/27﴾ ارْجِعِي إِلَى رَبِّكِ رَاضِيَةً مَّرْضِيَّةً ﴿الفجر/28﴾ فَادْخُلِي فِي عِبَادِي ﴿الفجر/29﴾ وَادْخُلِي جَنَّتِي ﴿الفجر/30"Ey itminan bulmuş nefis. Sen Allah'tan razı, Allah senden razı olmuş bir halde O'na dön. Seçkin kullarımın arasına dahil ol, cennetime gir!" (Fecr, 89/27-30)
Ve ruhunu teslim etti.
Bu nefsi dövüp, havanda ezmeden, şerbet edip suyunu içmeden yüce Mevlâ bulunmuyor. Rabbimiz Teâlâ cümlemize yardım etsin. İşlerimizi asan, akıbetimizi hayırlı etsin Âmin.