Sultan II. Bayezid döneminde Sâdat Nikabeti’nin adı Nakibü’l-Eşraflık olarak değiştirilmiştir. Osmanlı Devleti’nin yıkılmasına kadar da bu isimle devam etmiştir.
Nakibü’l-Eşraf seyyidlerden, yani Hz. Hüseyin (R.A.) soyundan seçilir ve ulema sınıfından sayılırdı. Bu makama gelenler değiştirilmezler, senelerce bu makamda kalırlardı. Ancak zaruri hallerde değişiklik olurdu.
Nakibü’l-Eşraflık yapan birçok zat, bu görevinin yanı sıra şeyhülislamlık ve kazaskerlik gibi görevlere de gelmişlerdir.
Osmanlı Devleti’nde Nakibü’l-Eşraf, padişahtan sonra en yüksek kademeli kişiydi. Padişahların tahta geçme merasimlerinde padişaha ilk biat eden Nakibü’l-Eşraf olurdu ve cülus duasını o yapardı. Bayram tebriklerinde de ilk tebrik ve bayram duası Nakibü’l-Eşraf tarafından yapılır, sonra diğer erkân tebrik ederdi. Her iki merasimde de padişahlar Nakibü’l-Eşrafa hürmeten ayağa kalkarlardı. Padişahların kılınç kuşanma merasimlerinde de bazen bu zatlar kuşandırmışlardır.
Nakibü’l Eşraf olan zatların yardım ve hizmet eden adamları ve her şehirde de Nakibü’l-Eşraf Kaymakamı denilen yardımcıları vardı. Bu teşkilat sayesinde Osmanlı Devleti’ndeki bütün seyyid ve şerifler titizlikle tesbit edilirdi. Seyyid ve şeriflerin isim, hüviyet, silsile, evlatları, ahvalleri ve ikametgahları “Şecere-i Tayyibe” denilen defterlerde yazılıydı.
Seyyid ve şeriflerin kanun ve adetlere aykırı bir hareketleri olduğu zaman, herhangi biri gibi ceza görmezler, Nakibü’l-Eşraflık makamı tarafından cezalandırılırlardı. Ceza uygulanırken önce seyyidin başındaki yeşil sarık öperek çıkartılır, cezadan sonra da iade edilirdi. Borçlandıkları ve ödeyemedikleri zaman bu makam onları haps eder, ama borçlarını da öderdi. Buna dair bir örnek II. Mahmud’a ait hatt-ı hümayunda vardır. Burada borçları dolayısı ile Nakibül-Eşraflık makamında mahpus tutulan seyyidlerin borçlarının ödenmesi için padişahın 10 bin kuruş gönderdiği yazılmaktadır. Bu olay gösteriyor ki, Evlad-ı Peygamber bizzat padişahlar tarafından özel ilgi ve ihtimama tabi tutulmuştur.
Nakibü’l-Eşraf’ın en yakın yardımcısı Alemdar idi. Alemdar, padişah sefere çıktığı zaman Sancak-ı Şerifi (Peygamber Sancağı) taşırdı. Sefere çıkıldığında Nakibü’l-Eşraf da maiyetindeki bir kısım Sâdatla beraber sefere çıkar, muharebe boyunca Sancak-ı Şerif’in altında devamlı suretle tekbir ve salâvat getirirlerdi.
Şehirlerdeki Nakibü’l-Eşraf kaymakamları sahte seyyid ve şerifleri takib eder, yakalananların başındaki yeşil sarıklar çıkarttırılır, dinlemeyenler cezalandırılırdı.
Evlad-ı Peygamber’den olanların elinde “Siyadet Beratı” denilen ve o sülaleye mensup olduğunu gösteren hüccetleri vardı. Eğer bir kişi sadâttan olduğunu iddia ediyorsa, hüccet sahibi dört şahit ile isbat etmesi gerekirdi. Bunu yaparsa Nakibü’l-Eşraflık defterine yazılırdı.
Görüldüğü üzere çok köklü bir geleneği olan bu müessese Osmanlı Devleti’nin en yüksek makamlarından sayılırdı. Günümüzde artık Nakibü’l-Eşraflık olmasa da, Fahr-i Kainat Efendimiz’in evlatlarına olan edeb ve hürmet vazifemiz devam etmiyor mu?
Kamil Keçeli | Mart 2000 | DİĞER YAZILAR