
TARİKAT TERİMLERİ SÖZLÜGÜ
Yolun İşaret Taşları
Kavramlar bir konuyu anlamada yoldaki işaret taşları ya da levhaları gibidir.
Dinî tasavvufî sahadaki kavramlar da İslâm’ı ve onun iç dünyamızı tanzim eden disiplini olan tasavvufu anlamada hayatî öneme sahiptir. En azından temel kavramlar yeterince bilinmezse ne anlatanlar doğru anlatabilir ne de okuyan ve dinleyen tam anlayabilir.
Kültürün değişmesiyle dinî tasavvufî kavramlar büyük ölçüde yaşayan dilden çıkmış ya da asıl anlamının yerine farklı anlamlar kazanmıştır. Bu konulardaki yaygın cehalet ve yanlışların temel sebeplerinden biri budur.
Dilde kelimelerin yanı sıra kavramlar da vardır. Bu kavramlar, özellikle bir bilim, sanat veya meslek dalı için üretilmiş, o alana dair konuları anlamamıza, tanımamıza yarayan kelimelerdir. Geniş bir anlamı uzun ifadelerle anlatma zahmetinden bizi kurtararak, tek bir kelimeye sığdırırlar. Kavramları bildiğimizde o alan hakkında temel bilgilere sahibiz demektir.
Dinî tasavvufî konuların anlatımında da pek çok kavrama başvurulur. Mesela “takva” “ihlâs” “marifet” “yakîn” “hak” “bâtıl” bunlardan sadece birkaçıdır. Bu kavramlar dergimizde de sık sık kullanılır.
Dinî tasavvufî sahadaki kavramlar yeterince bilinmezse ne anlatanlar doğru anlatabilir ne de okuyan ve dinleyen tam anlayabilir. Kültürün değişmesiyle dinî tasavvufî kavramlar büyük ölçüde yaşayan dilden çıkmış ya da asıl anlamının yerine farklı anlamlar kazanmıştır. Bu konulardaki yaygın cehalet ve yanlışların temel sebeplerinden biri budur.
Bu yazıda, yüzlerce dinî tasavvufî kavram arasında sık kullanılanlardan bir seçme yaparak küçük bir sözlük hazırladık. Kavramları olabildiğince anabaşlıklar altında sınıflandırdık.
İlk Adımlar
Şeriat; mükellefin, yani akıllı ve ergenlik çağına ermiş her müminin inanması gereken inanç esasları (akaid) ile günlük hayatındaki iş ve ibadetleri düzenleyen fıkhî hükümlerin tümüdür. Din kelimesi yerine de kullanılır. Şeriat kelimesi ülkemizde ne yazık ki politik içerik kazanmış, kimi çevreler tarafından olumsuz anlamlar yüklenmiştir.
Tarikat, yol anlamına gelen “tarik” kelimesinin çoğuludur. Zaman içinde kullanımda tekil-çoğul farkı ortadan kalkmıştır. Bir mürşid-i kâmil rehberliğinde kalbin manevi hastalıklardan temizlenmesi, nefsin terbiye edilerek bütün iş ve amellerin ihlâsla yapılması ve neticesinde Hakk’ın rızasının elde edilmesi için takip edilen metotların adıdır. Tarikatın başlıca konusu insanın bâtını yani iç alemidir.
Hakikat, tarikat yoluyla nefsin terbiye edilip kalbin manevi kirlerden arınması neticesinde erişilen mertebedir. Bu mertebede kul sebep bağlarından kurtulup her şeyde Hakk’ın kudretini görür, hadiselerin asıl yüzü kendisine açılır.
Özellikle dikkat edilmesi gereken husus, tarikat ve hakikatin şeriata uygun olma zorunluluğudur. Bir kimse tarikat veya hakikat adı altında şeriatla bağdaşmayan, şeriatı hafife alan veya göz ardı eden bir tavır benimsiyorsa, onun tarikat iddiası da hakikat iddiası da boştur.
Büyük sufiler tarikat ve hakikatin şeriatın dışında, ötesinde farklı bir alan olmadığı, şeriatın içinde mündemiç bulunduğunu ısrarla hatırlatırlar.
Zahir; bir şeyin görünen, izlenebilen, ölçülebilen tarafı manalarına gelir. Dinî emir ve yasaklar hususunda fıkıh alimlerinin “Biz zahire göre hüküm veririz. Bâtını ise ancak Allah bilir” sözü meşhurdur.
Bâtın ise zahirin tam zıddı anlamda, bir şeyin içi, gizli tarafıdır.
Sufilere göre kâinatta zahir olan, görünen her şeyin bir de bâtını, herkes tarafından görülüp bilinmeyen özü, gizli bir yanı vardır. Mesela insanın zahiri bedeni iken, bâtını kalp ve ruhu, yani iç alemidir.
Nur; aydınlık, ışık gibi manalara gelir. Tasavvufta nur, Allah Tealâ’nın ez-Zahir ismi ile kâinatta tecellisidir. Bu manada nur, Hakk’ın bütün varlıklardaki zuhuruna ve bilhassa mümin kulunun kalbindeki zuhuruna işaret eder. Ne var ki bu ilahî tecelliyi, zuhur eden nuru idrak herkes için mümkün değildir. Hz. Mevlâna’nın Mesnevi’de ifade ettiği üzere, kalp aynası paslanmış bir kimsenin Hak’tan gelen nuru hissetmesi ve yansıtması imkan dışıdır. Nuru, yani ilahî tecellileri hissetmek için kalp aynasının Allah’ın zikri ile parlatılması gerekir. Tasavvuf ile varılmak istenen hedef de budur. Yani kulun zikrullah ile kalbini parlatması, nefsini terbiye ederek zahirin ardındaki hakikati, ilahî nuru görmesi ve Rabbi’ne karşı kulluk bilincini en üst noktaya taşımasıdır.
Tecelli; açığa çıkmak, görünmek demektir. Tasavvufî manası itibariyle Hak katından gelen ve kalpte zuhur eden nurlara denir. Hücvirî k.s. da tecelliyi, kalplerini zikrullah ile saf hale getirmiş Hak erlerinin kalplerine, Hakk’ın nurlarının tesiri olarak tarif etmektedir.
Vuslat; ulaşmak, varmak, erişmek manalarına gelir. Tasavvufî manası ise, nefsin terbiyesi ve kalbin arındırılması neticesinde müridin seyr ü sülûkunu tamamlamasıdır. Mürid bu süreç neticesinde bütün kötü sıfatlardan temizlenir ve Hakk’ın razı olduğu sıfatlarla süslenir ve ilahî muhabbete nail olur. İşte bu hal de Hak ile vuslattır. Hakk’ın cemalini görmek olarak tarif edebileceğimiz asıl vuslat ise bu alemde değil, ancak Cennet’te mümkün olacaktır.
Matlub, talep edilen, istenen manasına gelir.
Maksud da kastedilen manasına gelir. Tasavvufî manaları itibariyle matlub ve maksud Allah Tealâ’dır. Zira kulun yaratılış amacı O’na ibadet ve O’nun rıza ve muhabbetini elde etmektir.
Vesile; Allah’ın sevdiği ve razı olduğu kulluğu elde etmek veya dünya ve ahirette arzulanan bir şeye nail olmak gayesiyle salih bir ameli, bir peygamberi yahut bir veli zatı vasıta kılarak Allah’tan yardım talebidir. Buharî’de geçen bir hadis-i şerifte Efendimiz s.a.v., bir mağarada mahsur kalmış üç kişinin amelini vesile ederek kurtulmak için dua edişini anlatır.
Tevessül de vesile ile aynı manadadır. Tevessülün Peygamber Efendimiz s.a.v.’in tavsiyesiyle sahabiler tarafından uygulandığı ve takip eden dönemlerde devam ettiği sabittir.
Gayb; beş duyu ile algılanamayan ve akıl ile bilinemeyen manasına gelir. Gayb ancak Allah Tealâ’nın bildirmesiyle bilgi sahibi olacağımız bir alandır. Melekler, cennet, cehennem ve benzeri konular bizim için gaybı oluşturur ve onlar hakkındaki bilgimiz ancak Allah ve Rasulü’nün, bir de kalp gözü açık veli zatların bize bildirdiği kadardır. Hiçbir kul gayb hakkında Allah’ın bildirdiği kadardan fazlasını bilemez. O’nun dilemesi dışında bir kulun kendi zatının bir özelliği olarak gaybı bileceğine inanmak veya iddia etmek şirktir.
Alem; kâinat, dünya, bütün varlıklar gibi manalara gelir. Sufiler arasında çok çeşitli alem tanımları vardır. Genel bir tarifle izah edilmesi gerekirse, alem Allah’tan gayrı her şey, yani tüm yaratılmışlar demektir. Allah Tealâ varlıkları farklı alemlerden geçirerek gözümüzle gördüğümüz şu görünür aleme çıkarmaktadır. Bu alemler sırasıyla; alem-i ervah, alem-i misal ve alem-i şehadettir.
Alem-i Ervah; ruhlar alemi demektir. “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” sualine bütün ruhların bir ağızdan “Evet, Rabbimizsin.” dediği A’raf suresi 172. ayet-i kerime bu aleme işaret eder. Halk arasında “kâlû belâ” olarak bilinen ve ruhların henüz vücut bulup varlık sahasına gelmeden evvel bulundukları alemdir.
Alem-i Misal: Bu alemde, ruhlar aleminde bulunan her bir ferdin, şehadet aleminde bürüneceği şeklin bir benzeri meydana gelir. Yani burada görünür alemdeki her şeyin ve suretlerin bir örneği bulunur. Ruhlar alemi nuranîdir ve şehadet alemi, yani algıladığımız alem zulmanîdir. Misal alemi bu iki alemle de münasebette olduğu için iki alem arasında bir köprü vazifesi görmektedir.
Alem-i Şehadet; görünen, maddi alem demektir. Dünya gözüyle gördüğümüz ve içerisinde yaşadığımız kainatın tümü alem-i şehadet’i oluşturur.
Yola Girenlere Dair
Avam; dinî ilimlere vâkıf olmayan sıradan halk için kullanılan bir kelimedir. Tasavvuftaki manasıyla ise, nefsinin arzu ve isteklerine boyun eğmiş veya nefsinin terbiyesine henüz muvaffak olamamış herkes için kullanılır.
Derviş; bir mürşide intisap edip onun terbiyesi altına giren kimsedir.
Sufi; erken dönem kaynaklarda, ancak nefsinin terbiye ve tezkiyesini tamamlamış zatlar sufi olarak anılırken, zaman içerisinde bir mürşide intisap ederek tarikate giren herkes için sufi kavramı kullanılır hale gelmiştir. Sofi kelimesi de, Türkçe’de sufi’nin değişmiş halidir.
Sâlik; nefsini terbiye için bir mürşide intisab ederek tasavvuf yolunda ilerleyen kimse demektir.
Mürid; Hakk’ı arzulayan, talep eden kimsedir. Derviş, sufi, sâlik ve mürid kavramları ilk dönem kaynaklarında kimi farklılıklarla izah edilmiştir. Ancak günümüzde bu kavramlar hemen hemen aynı manayı, Hakk’ın rızasını elde etmek için bir mürşide intisap edip yola revan olmayı işaret etmektedir.
Dergâh; bir tarikata bağlı olanların ikâmet ettiği, zikir meclislerinin kurulduğu, tarikat adabının anlatıldığı ve yaşandığı, tasavvuf sohbetlerinin yapıldığı mekân manasına gelir.
Tövbe; kulun pişmanlık hissi ile hata ve günahları terk etmesi ve bir daha günahlara dönmemeye azmederek Rabbi’ne yönelmesi, O’na söz vermesidir.
İntisap; kulun bir kâmil mürşidle, onun rehberliğinde Hakk’ın rızasını elde etme yolunda yaptığı manevi sözleşmedir.
İstikamet; dürüstlük, dinî ve ahlâkî hükümlere uygun bir hayat sürmek, Allah’a itaat edip Hz. Peygamber s.a.v.’in sünnetine uymak manalarına gelir. Kulun, tövbe ettikten sonra günahlara tekrar dönmemesi ve salih amellere devamı istikametin temel esasıdır. Kur’an ve Sünnet’e bağlılığın, yani istikametin önemine işaretle büyükler de şöyle buyurmaktadırlar: “En büyük ve hakiki keramet, istikamettir.”
Yol Göstericiler
Veli; dost, yâr, sevgili manalarına gelir. Tasavvufta Hakk’ın dostu ve sevgili kulu anlamındadır.
Evliya kelimesi de veli kelimesinin çoğulu olup veliler manasına gelir.
Velayet ise velilik makamının adıdır. Velayet, biri genel diğeri özel, iki kısma ayrılır. Genel velayet, bütün müminleri içeren genel bir makamdır. Elinden geldiğince Hakk’ın rızasını elde etmek için Kur’an ve Sünnet’e bağlı yaşamaya çalışan müminler bu makamdadır. Özel velayet ise, veli kelimesinin tarifinde zikrettiğimiz veli zatların makamıdır.
Kemâl; olgunluk, mükemmellik manasına gelir. Tasavvufî manada, nefsin arzu ve isteklerinden hürriyetini kazanmış, nefsin teşvik ettiği kötü ahlâklardan sıyrılmış olmaktır. Kemalât ise kemalin çoğuludur.
İnsan-ı Kâmil; Hakk’ın rızasına nail olmuş ve konuşmasında, oturmasında, kalkmasında, yemesi içmesinde, bütün işlerinde her an Hak ile olan Allah’ın sevgili kuludur. Bu manada bütün peygamberler insan-ı kâmildir ve onların en kâmili Efendimiz s.a.v.’dir. Evliyaullah da, Efendimiz’in mirasçıları ve halifeleri olmaları sebebiyle insan-ı kâmildirler.
Havas; Allah’tan gayrısını kalbinden çıkarmış, nefsini terbiye etmiş ve Allah’ı gerçek manada tanıyan, bilen zattır, Allah eridir.
Ebrar; Allah Tealâ nezdinde makamı üstün olan veliler için kullanılır.
Mukarreb; ebrar makamının da üstünde bulunan veliler için kullanılır. Kulun Rabbi katındaki kıymeti; amel, ihlâs ve muhabbeti ile doğru orantılıdır. Sadece Allah’ın rızasını gaye edinerek yaşayan veli zatların da Allah nezdindeki dereceleri bu bakımdan farklı farklıdır.
İrşad; rehberlik etmek, gafletten uyandırma, Hak ve hakikat yolunu gösterme manalarına gelir.
Mürşid; irşad vazifesini icra eden zata denir. Bu manada Hakk’a çağıran herkes mürşid olarak anılabilir. Hakiki mürşid yani mürşid-i kâmil, ancak nefsini terbiye ederek Allah’tan gayrısını kalbinden çıkarmış ve bir mürşid-i kâmilin irşada ehil olduğuna dair kendisine onay vermesi ile irşad vazifesine başlamış kimsedir.
Sâdât; efendi, bey gibi anlamlara gelen Arapça “seyyid” kelimesinin çoğuludur. Seyyid, ayrıca Peygamber Efendimiz s.a.v.’in soyundan gelenler için de kullanılmaktadır. Tasavvufî manası itibariyle sâdât, tasavvuf yolunun büyükleri için kullanılan bir tabirdir.
Sâdât-ı Kirâm ise, yüce seyyidler manasına gelmekte olup, yine tasavvuf büyükleri için kullanılan bir övgü ifadesidir.
Gavs; yaşadığı dönemde en yüksek manevi makama sahip olan zata denir.
Kutub; kimi alimlerce gavsla aynı anlamda kullanılırken, kimi alimler de kutbu gavsın yardımcısı olarak nitelendirmişlerdir.
Allah nezdinde en şerefli ve en kıymetli kimsenin Allah’a hakkıyla kulluk eden kimse olduğu Kur’an’da bildirilmektedir (Hucurat, 13). Bu bakımdan her kulun Allah nezdinde kıymeti, manevi makamı; ilmi, ameli ve ihlâsı nispetinde farklı farklıdır.
Halife; bir kimsenin yerine geçen, ona vekil olan kimsedir. Hilafet de bu makamın adıdır. Tasavvufî bir terim olarak halife, mürşidinin gözetiminde manevi terbiyesini tamamlamış ve insanları irşada ehil olduğu mürşidi tarafından onaylanan zattır. Mürşidi kendisine irşad izni verirse kendi adına irşad edebilir.
Müridlerin İşleri
Seyr ü Sülûk; mürşid-i kâmil’in nezaretinde çıkılan manevi ve ruhî yolculuktur.
Terakki de, bu yolculukta yol almak, mesafe kaydetmek manasında kullanılır. Mürid, nefsini terbiye edip günahtan ve kötü ahlâklardan uzaklaştığı ölçüde terakki eder. Nefsin ilk mertebesinden başlayarak mürşidinin Kur’an ve Sünnet çerçevesinde takip ettirdiği yöntemle son mertebeye kadar çıkarak Allah’ın razı olduğu kullar zümresine dahil olur.
Konu Adresi: http://www.dervisler.net/tarikatterimlerisozlugugavsseydamuridcezbegaybtecelli1-t35104.0.html